İznik’te yapılan o ayini ekran başından izlerken, yalnızca bir dinî tören görmediğimizi hepimiz fark ettik. Latince dualar, ağır ritüeller, bilinçaltını dürtükleyen semboller… Bütün bunlar, “Sadece barış mesajı” diye yumuşatılacak kadar sade bir tablo değildi. Bu toprakların hafızası, bize bazen sözlerden önce gerçeği söyler. O gün İznik’te olan şey, işte tam olarak buydu: kelimeleri değil, sembolleri okuyan bir tören.
Bazıları bunu diplomatik nezaket diye anlatabilir. Ama ben nezaket değil, eski bir iddianın yeni bir ritüelle tazelenmesi olarak gördüm. Üstelik o ritüelin tonu, bu toprakların alışık olduğu manevî iklime hiç benzemiyordu. Her inanç kendi ibadetini yapabilir; bunda kimsenin itirazı yok.
Ama bir ayin, tarihî bir mekânda, bu kadar sembolik güçle ve bu kadar uluslararası görünürlükle yapılıyorsa…
Orada sadece dua edilmez.
Bir şey hatırlatılır.
Osmanlı’nın da, Atatürk’ün de dinler arası düşmanlık değil, tam da bu sembolik meydan okumayı hesaba katarak bu tür törenlere mesafe koyduğunu tarih bilir. Çünkü onlar bilirdi ki bu coğrafyada hiçbir dini tören masum değildir. Her dua masum, her sembol zararsız değildir. Hele ki törenin sahibi dünya tarihinde devletleri dize getirmiş bir makamdan geliyorsa…
Ayin sırasında kullanılan ritüellerin ruhani ağırlığı bile yabancıydı. Yabancı kelimesi burada “başka dine ait” anlamında değil; “bu toprakların enerjisine ait değil” anlamında… Soğuk, hesaplı, ciddi bir ruhani doku vardı.
Ve evet, belki kimse söylemek istemiyor ama ben söyleyeyim:
O töreni izleyen birçok insan benimle aynı hissi yaşadı.
Bir “açılan kapı” hissi.
Hoş olmayan bir enerji dalgası.
Sanki sadece dua edilmedi; bir şey çağrıldı.
Bu elbette metafizik bir kötülük değil ama manevi alanın sınırlarını zorlayan bir girişti. Bu yüzden toplumun bu kadar rahatsız olması beni şaşırtmadı. Çünkü biz bu topraklarda, bin yıldır sezgisi çok güçlü bir halkız. Bir şeyin ruhu bize uymazsa kalbimiz hemen uyarı verir.
Kimse yanlış anlamasın: Bu yazı kin veya nefret üzerine değil.
Ama bu ülkenin kültürel, tarihî ve ruhani dengeleri vardır.
Bu dengeleri sarsacak her sembolik hareket de doğal olarak tepki çeker.
Papa’nın ayini turistik bir etkinlik değildi.
Bir ziyaret değildi.
Bu, köklere yazılmış bir hatırlatmaydı.
Ve milletin iç sesinin yükseldiği yer de tam burasıdır:
Biz kimseye kapımızı kapatmayız ama kimsenin gölgesini bu toprakların üzerine uzun tutmasına da sessiz kalmayız.
Dualar, niyetlere bağlıdır.
Ama semboller…
Semboller, asla masum değildir.