Bir toplumun çürümesi sessiz olmaz. Gürültüyle, tantanayla, utanmaz bir pervasızlıkla gelir. Bugün sokakta, ekranda, iş yerinde, sofrada gördüğümüz şey tam olarak budur: yozlaşmanın adabı.
Evet, yozlaşmak bile bir “tarz” kazandı artık. İnsanlar saygısızlığı özgürlük, kabalığı dürüstlük, bencilliği kişisel gelişim zannediyor.
Eskiden “büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atılmaz” denirdi; şimdi yaşlılar, gençlerin telefon ekranına bakarken aradan bir “özür dilerim” sözcüğü bile duyamıyor.
Komşuluk, sadece bir apartman duvarının öte tarafında yankılanan gürültüden ibaret.
“Afiyet olsun”un yerini “ben yedim, sen bak” aldı.
Nezaket artık bir zayıflık göstergesi, alçakgönüllülük ise “eziklik” sayılıyor.
Toplum görgüsünü kaybetti.
Kaybettikçe de utanmamayı öğrendi.
Utanmamayı öğrendikçe de insanlığın üstünü örten o ince zar—terbiye—yırtıldı gitti.
Bir zamanlar “eline, beline, diline sahip ol” diyen kültür, şimdi “benim hayatım, sana ne” diyen bireyciliğin bataklığına saplanmış durumda.
Oysa görgü, bireyi değil toplumu yaşatır.
Toplum dediğin, ortak bir incelik dilidir. O dil kaybolduğunda geriye sadece gürültü kalır.
Bugün çocuk, anne-babasına sesini yükseltiyor. Genç, öğretmenine “sen” diye hitap ediyor.
Yönetenler, yönettiklerine bağırıyor; yönetenlerin sesi, toplumun ahlak terazisini kırıyor.
Ve biz hâlâ “neden bu kadar kabalaştık?” diye soruyoruz.
Cevabı basit: Çünkü nezaketin modası geçti.
Ama şunu unutmayalım:
Nezaket modası geçecek bir elbise değildir.
Bir toplumun üzerine giydiği onurudur.
O onuru çıkarıp atan bir toplumun üstünde, ne uygarlık kalır ne de insanlık.
Artık birilerinin yüksek sesle söylemesi gerekiyor:
Yozlaşmak marifet değil, utanmazlıktır.
Görgü kuralları baskı değil, insan kalmanın son çizgisidir.
Çok güzel bir konuya değinmişsiniz.Ahlakını örfünü yitiren toplumlar aile bağlarının da bozulmasını sağlıyor.Bizler de modern olacağız diye günden güne değerlerimizi yitiriyorum.