Gülhan Teke Genç
  1. Haberler
  2. Yazarlar
  3. KÖŞE YAZISI
  4. YA ÖRÜMCEK ODA ARKADAŞI DEĞİL DE SINIR İHLALCİSİYSE!

YA ÖRÜMCEK ODA ARKADAŞI DEĞİL DE SINIR İHLALCİSİYSE!

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

“Ya odanda öldürdüğün örümcek, bütün hayatı boyunca senin onun oda arkadaşı olduğunu sanıyorsa?” 

Görünüşte küçük bir cümle. Sıradan bir gün, belki sıradan bir evin köşesinde, istemsizce öldürülen bir örümcek… Ama bu söz, zihnimize öyle bir cümle yerleştiriyor ki, küçük bir canlının ölümüne dair empatiyle beraber, varoluşu algılama biçimimize de meydan okuyor.

Her ne kadar bu cümle Fyodor Dostoyevski’ye atfedilse de elimizde bunu doğrulayacak bir kaynak yok. Edebiyat dünyası, zaman zaman bu tür “yalancı alıntılar”la karşılaşır. Söz güzel, derin ve sarsıcıysa; bir şekilde büyük bir yazara yapışır. Ama bu sözün edebi değeri, bağlandığı ismin büyüklüğünden değil, çağrıştırdığı duyguların gücünden geliyor.

İlk duyulduğunda iç burkan, neredeyse şiirsel bir cümle. Sanki bir empati dersi veriyor gibi. “Acaba neye zarar verdik farkında olmadan?” diye düşündürüyor. Ancak bu söz, biraz daha yakından bakıldığında o kadar da masum, hatta o kadar da masumane olmayabilir.

Çünkü burada “örümcek” bir sembol. Ve semboller, hangi bağlamda kullanıldıklarına göre anlam değiştirir. Bu örümcek; kendini senin hayatına yerleştirmiş, senin iznin, rızan, bilgin olmadan seni “oda arkadaşı” sanmış bir varlığı temsil ediyor. Masum görünse de aslında bu oda arkadaşı algısı, bir tür kendiliğinden sahiplenmeyi, farkında olmadan ihlale dönüşen bir yakınlığı ifade ediyor.

İşte mesele de burada başlıyor. Çünkü bu cümle, sınır ihlalini romantize ediyor.

Birinin sana hiçbir şey demeden, senin yaşam alanına kendi kendine yerleştiğini düşün. Hiç tanımadığın biri gelip seninle “oda arkadaşı” olduğunu sanıyor, duygusal bağ kuruyor, hayatını senin varlığına göre anlamlandırıyor. Ve sen bu varlığı fark ettiğinde —belki rahatsızlık duyup, belki kendini korumak adına— ondan uzaklaşıyorsun ya da müdahale ediyorsun. Sonra da suçluluk duygusuyla baş başa bırakılıyorsun: “Ama o seni oda arkadaşı sanıyordu…”

Oysa burada sorun, sınırını çizen değil; izinsiz yaklaşan tarafta. “Ben seni oda arkadaşım sanıyordum” cümlesi, çoğu zaman tek taraflı bir yanılsamayı, duygusal bir işgali meşrulaştırma çabasıdır.

Ve ne yazık ki, bu düşünce biçimi bazı sosyal ilişkilerde çok daha tehlikeli boyutlara taşınabiliyor. Kadın cinayetleri, saplantılı aşklar, ısrarlı takipler… Bunların hepsinin temelinde bu cümlenin ürkütücü bir versiyonu var: “Ama ben onunla bir bağımız olduğunu sanmıştım.”

Yani evet, belki örümcek seni oda arkadaşı sanıyordu. Ama sen onu hiç davet etmedin. O seninle yaşama hakkını kendine verdi. Ve bu romantik değil, gerçek dışı, rahatsız edici ve sınır aşan bir durum.

Bu nedenle, bu tür cümleler bize empatiyi değil, sınır bilincini, rıza kültürünü ve kişisel alanlara saygıyı hatırlatmalı. Çünkü çoğu zaman “masum zannedilen” bir bağ, bir başkası için tehdit, tedirginlik ya da travma anlamına gelebilir.

“Örümceğin” yaptığı şey aslında masum bir varoluş değil, farkında olmadan da olsa bir sınır ihlali. Kendi sessizliğini, görünmezliğini “hak” sanması; senin alanına, iznin olmadan yerleşmesi ve buna bir bağ yüklemesi. Bu, mecaz düzlemde şunlara denk düşer:

“Ben seni sevdiğimi söyledim mi?” demeden birinin seni sevmeye başlaması ve sonra seni bu sevginin borçlusu gibi hissettirmesi.

– Sen hiçbir yakınlık göstermemişken, biri sana “yakınlık” atfetmesi ve sen geri çekildiğinde “ama ben seni arkadaşım sanıyordum” demesi.

– Kendi varlığını sessizce kabul ettirmeye çalışıp, sonra sen onu fark ettiğinde seni vicdanınla baş başa bırakması.

Bu örümcek metaforu, düşündüğümüzde pek çok tek taraflı bağın, duygusal gaspların, hatta bazı toksik ilişkilerin özünü taşıyor. Sınır ihlalini romantize etmek, tehlikeli bir zemin. Çünkü “niyetim kötü değildi” savunması, yapılanı haklı çıkarmaz.

“Ya sen bir başkasının evine sessizce sızıp, kendine hak gördüğün bir oda kurduysan?”

İşte bu söz, sadece trajik bir yanılgıyı değil; iki taraflı bir farkındalık ihtiyacını da hatırlatır bize. Birinin hikâyesine dahil olmadan önce, gerçekten davet edildin mi? Yoksa sen sadece kendi zihninde yer açtığın birini, gerçekmiş gibi yaşamaya mı başladın? Belki de bu söz, hepimize şunu sormak için var:

“Sen, gerçekten onun hayatında var mıydın yoksa sadece kendi hayalinde mi yaşandı her şey?”

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

  1. 8 Aralık 2025, 21:11

    Harika bir yazı olmuş ❤️
    Keyifle okudum 🥰

Giriş Yap

Yeni Odak Gazetesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!